İlahi Nizam ve Kainat Bilgileri Hakkında

Başlatan Süvari, 16 Mayıs 2015, 20:40:30

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Süvari

Arkadaşlar 1959 yılında "Önder" adı verilen Büyük Vazife Planı'nın Bedri Ruhselman beye yazdırmış olduğu ve 54 yıl sonra yayınlanan "İLAHİ NİZAM VE KAİNAT" kitabındaki konuları bu başlık altında üyelerimizin görüş ve paylaşımlarına açabilir miyiz..?
 

bozadi

#1
Ne iyi ettin Süvari bu kitabı hatırlatmakla. Daha önce de bir konusu geçmişti sanki ama orada da belirttiğim gibi kitabı heyecanla alıp bir kısmını okuduktan sonra, özellikle ilk kısımlarda maddenin tekamülüyle (hidrojen vs) ilgili çok uzun bazı tasvirler beni biraz zorlamıştı ve sonra devam etmek üzere okumayı bıraktım ve aradan çok uzun bir zaman geçti. Şimdi kitaba çok ayıp ettiğimi hissediyorum. Hemen kaldığım yerden okuyup görüşlerimi paylaşmak isterim. Bu arada sen veya kitabı okumuş veya hakkında yorumda bulunmak isteyenler varsa dinlemek isterim doğrusu.

Thot

#2
Güzel hatırlatma için teşekkürler. Yakın bir zamanda incelemeyi düşünüyordum bu kitabı.
 

bozadi

#3
Thot, bayağıdır yazmıyordun. Şimdi özellikle de böyle bir konuda yazmana sevindim doğrusu.

Kitabı tekrar gözden geçirmeye başladım ve beni gerçekten çok şaşırtan ve mutlu eden (açıklayıcı, doyurucu) bilgilerle karşılaştım. Kitabın önce başındaki hidrojen temelli maddi evrim sayfaları beni biraz bunaltmıştı, konuyu pek anlayamadığım veya anlamaya çalışacak kadar konsantrasyon gösteremediğim için muhtemelen. Ondan sonra bir ara kitabın en sonlarında "kıyamet" vaktinde deneyimlenebilecek doğal ve insani afetlere gözatmıştım ve o kısım tabi daha heyecanlı geldi. Ama kitabın başka kısımlarını inceleyemedim. Dün ve bugün daha ayrıntılı bir tarama yapınca, kitapta aslında bu forumda ele aldığımız veya almamız gereken temel bazı konularla ilgili harika bilgiler, muhteşem açıklamalar olduğunu fark ettim. Şu yorumu yapmak belki benim için hala biraz erken ama, kitap hayatımızla ilgili merak ettiğimiz temel meselelerin pek çoğuyla ilgili harika açıklamalar içeriyor. Muhteşem bir "hayat bilgisi" kitabı olduğu söylenebilir hatta. Özellikle de bu forumun bilgi kaynaklarının açıklamalarını analiz eden, tartışan, eleştiren ve parçaları birleştirmeye çalışan bizler için.

Aslında, 3KH (İlüminati) ve 4KH (Kertişler, Griler, onları kullananlar) varlık gruplarının dünyamızdaki mevcut egemenlikleri, faaliyetleri hakkında henüz pek bilgiye rastlamadığım için (belki de doğrudan veya dolaylı bir şekilde bulacağım okudukça) bu beni biraz üzüyor ama yine de pek çok temel konuda çok açıklayıcı, çok duyurucu ve güven verici bilgiler tespit ettim.

İlla ki bunlar arasında mevcut bilgi ve varsayımlarıma göre şahsen itiraz edebileceğim şeyler çıkabilir ama çoğunluğunu çok makbul ve hayati derecede önemli buldum. 1, 2, 3, 4. yoğunluk deneyimlerinin birbirinden farkıyla ve birbirleriyle bağlantılarına dair önemli bazı bilgiler verilmiş. Tabi tanımlama biçimi bu şekilde (falanca yoğunluk veya boyut) ifade edilmemiş ama maddesel, bitkisel/hayvani ve insani deneyim seviyesi derken 1, 2 ve 3'ün kastedildiği kolayca anlaşılıyor. Sonra insan deneyimi (3. yoğunluk) sonrası "arasat planı", "sevgi planı", "yarı süptil plan" olarak tanımlanan bir seviyeden bahsediliyor ki, bunun 4. yoğunluk seviyesini ifade ettiği bence yine kolayca anlaşılıyor. Aslında hala ayrıntılı bir inceleme yapmadığım için şu anda yaptığım yorumlarda bazı hatalar olabilir, ama yine de şu an için anladığım şekilde bunları kısaca bu şekilde betimlemek istiyorum. Özellikle "yarı-süptil" terimi dikkatimi çekti, çünkü K'lar da 4. yoğunluk için "yarı eterik" seviye tanımlamasını yapıyorlar hatırlayacak olursanız. Ve Ra'nın 4. yoğunluğu "sevgi seviyesi" olarak tanımladığını da hatırlamak gerek.

O seviyeden/plandan sonra ise bir "vazife planına" geçişten bahsediliyor ki ben bunun 5. yoğunluğa tekabül ettiğini düşünüyorum.

Kitapta BH - KH gibi özel terimler olmasa bile, vicdanın kullanılış biçimine dair pek çok betimleme var.

Atlantis ve Mu devrinde olan bitenler, o dönemlerin deneyiminin şu anda yaşananlarla bazı bağlantıları da betimleniyor.

Son gözattığım kısımlarda dikkatimi en çok çeken hususlardan biri ise, içinde bulunduğumuz 3. yoğunluk seviyesinde ne kadar zorlu, travmaya sokucu veya kahrettirici şeylerle karşılaşırsak karşılaşalım, herşeyin nasıl yüksek ve pozitif bir plana hizmet ettiğiyle ilgili bence son derece ikna edici, güven verici, esenlik verici açıklamalar yapılıyor olması.

Bu bahsettiklerime dair ve yeni tespit edebileceğim şeylere dair bazı alıntı ve yorumlarımı bu başlık altında paylaşmaya gayret edeceğim. Sizlerin de görüş, öneri, soru ve eleştirilerini duymak isterim.

bozadi

#4
Yeni gözattığım kısımlardan aklımda kalan en ilginç şeylerden biri de, dünyadan 400 kat daha büyük olan ve aslında başka bir güneş sisteminin parçası olan bir gezegenin güneş sistemimize yaklaşmak suretiyle önemli bazı manyetik tesirlerde bulunacak olduğuna dair yapılan açıklamalar. Gerçi bu gezegenin "150-200" sene sonra görülebilir hale geleceği söylenmiş ama aynı zamanda "bundan elli altmış sene sonra" manyetik alanının güneş sisteminin manyetik alanıyla etkileşime girip örneğin dünyanın manyetik kutuplarında değişimlerine neden olacağı söyleniyor. O bahsedilen zaman şu an içinde bulunduğumuz zaman gibi görünüyor ve zaten manyetik kutuplarda sapmalar ve değişmeler konusunda önemli güncel bilgiler var haberlerde.

K'ların anlattıkları şeyler arasında en çok "ikiz güneş" konusunu hatırlattı bu bana. Gerçi bu kitabı ille sadece K'ların söyledikleriyle örtüşen yönlerini dikkate alarak okumuyorum ama örtüşen veya örtüşebilecek gibi görünen şeyler dikkatimi özellikle celbediyor tabi.

bozadi

#5
Kitapla ilgili tespitlerimi biraz dağınık bir şekilde yapabileceğim sanırım. Henüz ciddi bir kısmını okumamış durumdayım hala. Okuduğum kısımların hepsini de çok ayrıntılı analiz edemedim.

Daha önce tespit ettiğimi söylediğim dikkat çekici şeylerin çoğu kitabın ortalarından daha ilerilerdeydi. Kitabı tekrar baştan okumaya başladım ve okuduğum bu ilk kısımlarla ilgili birkaç notumu burada paylaşmak isterim.

En başlarda Ruh ve Madde ayrımı vurgulanmış. Ruh mutlak aktiflik olarak, madde ise mutlak pasiflik olarak tanımlanmış. Arada mutlak bir ayrım olduğu söyleniyor. Ama K'ların "ruh ve madde evliliği" dediği şeye benzer bir ilişki veya etkileşim de vurgulanmış.

Kitabın bu ilk kısımlarında dikkat çekici başlıca şeylerden biri, "ruh" ile "beden" arasındaki ilişkiye dair yapılan bazı tanımlamalar.

25. sayfadan bir alıntı
Alıntı YapEklenti:
İşte bir varlık, bir beden bu suretle anlar ki kendisi bir ruh olmayıp ruhun kainattaki inikasıdır ve bütün hal ve durumlarıyla, bir ruhun ihtiyacına cevaplar veren ve o ihtiyacı aksettiren, ruhu temsil eden bir varlıktır. Binaenaleyh varlık deyince bu bakımdan kastedilen mana ruhtur.
Şu an için bu konuda bir yorumda bulunmayacağım ama daha ileri sayfalarda bu beden, varlık ruh kavramlarının kullanılış biçimiyle ilgili bazı ilginçlikler var. Bu alıntıda her ne kadar "varlık" teriminden kastedilen şeyin "ruh" olduğu söylense de, hem bu alıntıda belirtildiği hem de daha ileride vurgulandığı gibi "varlık" teriminin anlamı "ruh" teriminin anlamından ciddi şekilde ayrıştırılıyor ve ruhun kalıcılığı, varlığın ise geçiciliğine ve hatta sahteliğine dair bazı imalar var. "Varlık" ile "beden" de çoğu durumda eşanlamlı kullanılmamış, yani "beden" ve "varlık" farklı şeyleri ifade etmek için kullanılmış. Bu hususta tartışılması gereken çok şey var gibi geldi bana. Michael Newton'un kitaplarında ruhların bedenleri ile "iletişimlerine", "anlaşmalarına", "konuşmalarına" dair bazı betimlemeler vardı. Belki onunla da bağlantılı birşey. Dediğim gibi, daha ileri sayfalarda konuyla ilgili alıntılar denk geldikçe bu konu üzerinde durmaya çalışacağım. Veya sizlerin paylaşacağı alıntı, görüş ve sorulara bağlı olarak.

31. sayfada çok ilginç bir kısım var:
Alıntı YapEklenti:
Ruhun tekamülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir. Zira hiçbir isimle yadedemeyeceğimiz, sezgimizin dahi hiçbir şekilde ulaşamayacağı o erişilmezliklerin erişilmezliği; ruhların hiçbir vakit olup bitmiş bir hale, mutlak kemal haline giremeyeceklerini ve ebediyen tekamül ihtiyaçlarından kurtulamayacaklarını zaruri kılar. Şu halde kainatların ruhlara erişilmezliğini zaruri kılan amil, ruhların ebedi tekamülden kurtulamamaları hakikatini de zaruri kılar.

Ruhların ebedi tekamülünü zaruri kılan amil de ruhların asli prensibe hiçbir vakit erişemeyecekleri hakikatinin bir zaruretidir. Ruhların asli prensibe erişememelerini zaruri kılan amil ise her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan her şeyle en ufak bir münasebeti dahi bahis mevzuu olmayan, akıllara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, yalnız -burada büyük bir zaruret içinde- ancak bir defaya mahsus olmak üzere, hiçbir delaletini düşünmeden, bir dünya kelimesi ile yadedeceğimiz "Allah"ın; erişilmezliklerin erişilmezliği zaruretidir. Bu hakikati tereddüt etmeden ve münakaşa mevzuu yapmadan böylece olduğu gibi kabul etmek de zaruretlerin en büyüğü ve selamet yolunun tek istikametidir.
Ruhların ebedi tekamülden "kurtulamamaları" vurgusu çok ilginç. Bununla bağlantılı olarak ve bence bundan daha da ilginç olan şey ise, ruhların "asli prensibe", yani "mutlak kemal"e, yani Allah'a, yani 7. yoğunluğa asla ulaşamayacaklarının söyleniyor olmasıdır. Bunu son derece ilginç buldum. Bu hususta örneğin Ra ve Kasyopya bilgilerinde verilen bilgilerle uyuşmuyor gibi görünen bir durum var sanki. Yani ruh sürekli tekamül ediyor, yükseliyor ama en üst, "mutlak" seviyeye asla varamıyor buradaki vurguya göre. Yüzeysel denebilecek bir değerlendirmeyle bu beyanın yanlış olduğunu söyleyebilirim kendi anlayışımla ama olur da bir doğrunun farklı bir ifade şekli olarak kabul edilecek olsa nasıl yorumlardım diye bakınca, Allah-Kul düalitesini mutlaklaştıran geleneksel bazı dini anlayışların yarattığı güçlü önyargıyla çatışmaktan sakınılmış olabilir gibi göründü bana. Veya konuyla ilgili esas gerçeğin, o önyargının etkisi altındaki insanlara fazla ağır gelmesinden çekinilmiş olabilir belki. Ama nedense esas meselenin bu olduğunu sanmıyorum. Yani böylesine bir "realite" kitabında, ucuz denebilecek bir popülist yaklaşımla varoluşun en temel gerçeğinin çarpıtılmış olması bana pek olası gelmiyor. Diğer ve daha makbul bir olasılık olarak şu geliyor aklıma: 7. yoğunlukta (oraya kadar zaten bireysellik vurgusu epeyce azalmış olan) bireysel/şahsi varlığın artık varoluşun bütünüyle mutlak olarak birleşmek suretiyle, zaten bir bakıma geçici olan şahsi varlığını tamamen bitirmesi mevzusu fazla "problemli" bulunmuş olabilir veya insanların genelinin bunu anlamlı, mantıklı ve faydalı bir görüş olarak göremeyeceği düşünülerek böyle (çarpıtmalı) bir tavır alınmış olabilir. Aslında "ruhların sonsuza kadar tekamül etmesi" fikri genel anlamda isabetli bir yorum bence ama tam olarak aynı ruhların mı? Bu hususta henüz anlayamadığım birşey var. Ruh dediğimiz şey tıpkı yoğunluk seviyeleri gibi sonsuz birer "kalıp" da, bizim birey/varlık dediğimiz şey o kalıbı kullanan veya o kalıptan geçen akışkan bir enerji mi? Kanın damardan geçmesi gibi? Mesela 3. yoğunluk bir birey 4'e mezun oluyor ama bu durum 3. yoğunluk dediğimiz deneyim ortamını ortadan kaldırmıyor. O bir kalıp olarak mevcut ve sonsuz. Bir birey veya varlık o kalıptan 4. yoğunluk kalıbına geçtiğinde, 3. yoğunluk kalıbını başka varlıklar kullanmaya devam ediyor. İşte, yoğunluk seviyelerinin sayılı, sabit ve sonsuz niteliği gibi, ruhların sayısının, niteliğinin de sabit olması ve varlıkların sadece o kalıbı veya kalıpları kullanıyor, onlardan geçiyor olması olasılığı geliyor aklıma. Henüz ciddi belirsizlikleri olan bir konu benim için. Bu kitapta daha ileride anlatılanlar gündeme geldikçe onlarla birlikte tekrar değerlendireceğim ve elimizdeki diğer kaynaklarda anlatılanlardan yardım alarak da çözümlemeye çalışacağım. Ama sonuçta yukarıdaki alıntıda şöyle bir çelişki algılıyorum: Madem ruhlar sürekli tekamül edip ilerliyor, nasıl oluyor da hiçbir zaman "asli prensip" seviyesine erişemiyorlar ve erişemezler? Neden ruhların "kurtulamadığı" bir kısırdöngü ima ediliyor? Tamam, tekamül sonsuz ve tabi ki öyle olacaktı ama bu durumun bir "kurtulamama" durumu olarak ifade edilmesi ve varoluşun en mutlak merkezinine bir "erişilmezlik" atfedilmesi biraz sorunlu göründü bana. Dediğim gibi, o seviyelere yaklaşıldığında bireysel kimliğin yavaşça ama kesin bir şekilde giderek tüm evrene, tüm varoluşa dağılıyor olması nedeniyle konu özellikle 3. yoğunluk KH düzelemi içinde sağlıklı bir şekilde ele alınması biraz zorlu bir konu. Ama tekamülün, varlığın, deneyimin, keşfin, yaratımın sonsuzluğunu anlatmanın biraz "hatalı" bir yolu gibi geldi bana yukarıdaki alıntıda söylenen. Yine de bu konuda kitapta daha ileride anlatılacaklara, başka kaynaklarda söylenenlere ve benim ve sizlerin fikirlerine göre daha sağlıklı bir değerlendirme yapmayı umarak şimdilik bu hususu kendim için burada bırakıyorum.

Sayfa 38'de "1. yoğunluk" deneyimi ile ilgili somut bazı tanımlamalar başlıyor ve görebildiğim kadarıyla bu betimlemeler 56. sayfaya kadar devam ediyor. Başka hiçbir kaynakta 1. yoğunluk deneyimi (madde deneyimi) hakkında daha ayrıntılı, daha özenli, daha doğru dürüst bir açıklama okumadığım için, buradaki bilgileri çok değerli buluyorum, en azından inceleyip değerlendirmek açısından.

38. sayfadaki ilginçliklerden biri de "acemi ruh" diye bir tanım geçmesi:
Alıntı YapEklenti:
Kainatta tekamül tatbikatına ilk başlayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumları kainatın amorf hallerine aksettirilir. Bu aksettiriliş tesirler kanalıyla olur. Tesirler ise hem ruhlar alemine, hem kainatlara şamil ve hakim olan, mahiyetini hiçbir vakit anlayamayacağımız, hatta sezemeyeceğimiz asli prensibin icap dediğimiz kudretinin kainatımıza ait ruh-madde durumları üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. Ruhların ihtiyaçlarını kainatlara taşıyan bu tesirler düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla maddede evvelce bahsettiğimiz hareketleri meydana getirirler. İşte kainattaki hareketler, ruhların kıpırdanışlarının ve davranışlarının bu tesirler kanalıyla madde teşekkülleri halinde tecelli eden sembolik birer ifadesidir. Böylece kainata ilk giren basit acemi ruhlara ait tesirler, devamları boyunca eriştikleri sahalardaki ilk maddelerin o anda, o ruhlara birer müşahede sahası olmalarını temin ederler.

"1. yoğunluk ruhundan" bahsediyor resmen bu sayfada ve belirttiğim sayfalar boyunca. Bu çok ilginç ve güzel bir husus bence. Hakkında bilgimizin son derece az olduğu bir konu. K'lar 1. yoğunluktaki deneyimden ayrıntılı olarak bahsetmediler. Ra'da daha fazla geçiyor ama bu kitapta şimdiye kadar gördüğüm, bildiğim, en ayrıntılı ve en ikna edici 1. yoğunluk deneyimi tasvir edilmiş ve bu çok hoşuma gitti doğrusu. Aslında Ra'da ve Kasyopya bilgilerinde bundan fazla bahsedilmemesinin nedenlerinden biri, bunun geride bırakılmış bir seviyeye ait bir olgu olması. Yani üzerinde çok uzun durmaya gerek yok, kendimizi buna adamaya hiç gerek yok, ama yine de genel kültür anlamında etkileyici ve sevindirici buldum.

56 ve 57. sayfalarda ise 2. yoğunluk deneyimine dair çok daha kısa ama yine de açıklayıcı ve etkileyici bazı bilgiler verilmiş.

Şu anda sadece ilgimi çeken bazı hususlara değinecek şekilde, pek çok sayfalar boyunca anlatılan şeyleri şimdilik ele almadan geçiyorum. Sizlerin gündeme getireceği hususlar ve kitabın daha ileri kısımlarında anlatılanları daha iyi anlama amacıyla bu sayfalarda anlatılanlara dönüş yapabilir, anlatılanları ele alabiliriz.

Bir sonraki müsait vaktimde, sonraki sayfalarda tespit ettiğim şeyleri tasvir etmeye devam etmek niyetindeyim. Sizlerin alıntı, yorum, görüş, eleştiri ve soruları olursa da okumak, kendi görüşlerimi, yorumlarımı, eleştiri ve sorularımı paylaşmak isterim.

bozadi

#6
57 ve 58. Sayfalarda ruh-varlık-beden terimleriyle ilgili daha derinlemesine bir açıklama geliyor:

Alıntı YapEklenti:
Demek ki burada biri diğeri vasıtasıyla ruha hizmet eden bir varlık ve bir beden vardır. Bunlardan birisi evvelce bahsettiğimiz mudil bir madde yapısına malik olan ve kainat boyunca ruhu takip eden varlıktır ki bu, ruhun kainattaki sembolü, inikası, ifadesi olan çok ince bir enerjiler mudilesidir. İkincisi ise bu varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde tatbikatlar görmek zaruretinde bulunduğu kaba alemdeki maddeler ve varlıklarla bir tesirleşme vasıtası olarak kullandığı, o alemin kesif maddelerinden yapılmış kaba bir bedendir. Demek ki ruha kainat boyunca refakat edecek varlığa hizmet etmek durumunda bulunan beden; herhangi kaba bir kürede, ruhun ihtiyacına göre ancak muvakkat bir tatbikat devresi müddeti zarfında o varlığa bağlı kalacak geçici bir vasıtadan ibarettir. Varlık; bulunduğu vasatta, hizmet ettiği ruhun ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda -onun yeni ihtiyaçlarına uygun- diğer bir bedeni kurmak üzere evvelki bedenini terk eder. Bu da gene üst tesirlerin yardımıyla olur. İşte, varlığın herhangi bir kürede ikinci bir bedeni kurmasına insanlar enkarnasyon veya doğum derler, o bedeni terk etmesine de dezenkarnasyon veya ölüm adını verirler.
Evet, burada bariz bir şekilde "ruh", "varlık" ve "beden" kavramlarının 3 farklı şeyi ifade ettiği belirtiliyor. Özellikle "ruh" ve "varlık" kavramlarının farklı 2 şeyi ifade edecek şekilde kullanılması çok ilginç geliyor bana. Bana öyle geliyor ki, bu kitapta "ruhtan" kastedilen şey ya 5. yoğunluktaki "bireysel varlık merkezi" denebilecek olan şey ya da 6. yoğunluktaki "yüksek benlik". Veya bunların her ikisi aynı anda "ruh" diye ifade ediliyor olabilir. Ve sanki "varlık" derken kastedilen şey de 3. yoğunluğa enkarne olan "ruh uzantısı" denebilecek olan şey. Eğer gerçekten öyleyse, 3. Yoğunluk seviyesindeki ruha "ruh" muamelesi yapılmıyor gibi bir sonuç çıkıyor. 5. seviyede, yani "yuvada" bulunduğu sırada bireyin bilinci elbette 3. yoğunlukla karşılaştırılamayacak derecede daha fazla açık. Ama sonuçta oradayken bile birey (yani bizler) henüz gerçek birer 5. yoğunluk varlığı değiliz. Hala 3. yoğunluk varlığı, yani 3. sınıf öğrencisiyiz ama enkarnasyonlar arasında 5. Yoğunluktayken oraya özgü bir genel bilinç açıklığı halinde oluyoruz, her ne kadar bu bizi 5. sınıf öğrencisi haline getirmese de. 3. yoğunluk varlığının henüz gerçek manada bir öğrencisi veya "vatandaşı" olmadığı 5. yoğunlukta ne işi olduğu sorulabilir. İlk bakışta anormal birşey gibi görünebilir ama bana öyle geliyor ki, bu yeni doğan bir çocuğun yetişkinlerin arasında ne işi olduğunu sormaya da benziyor olabilir. Ebeveynler ve diğer aile bireyleri, yeni doğan bireye, yani bebeğe, belirli bir olgunluğa kavuşana kadar özel bir ilgi, alaka, bakım ve koruma sağlıyorlar. Şu anda bana öyle geliyor ki, 5. yoğunluk seviyesi ruhsal manada gerçek bir bireysel olgunlaşma seviyesini temsil ediyor. 5. seviyeye erene kadar (3'ten 4'e ve nihayet 4'ten 5'e mezun olana kadar) oradaki rehber varlıkların gözetimi, rehberliği ve koruması altında oluyoruz anladığım kadarıyla. 6. yoğunluktaki yüksek benliğimizin de bizimle en doğrudan ve etkili şekilde iletişim kurabildiği yer orası. Kasyopya bilgileri başta olmak üzere, Ra ve diğer bazı kaynaklardan bu sonucu çıkarıyorum. İşte, Ruhselman'ın aldığı ve/veya düzenlediği bilgilerde, yani örneğin yukarıdaki alıntıda geçen "ruh" terimi, bence 5. yoğunluktaki (yuvadaki) bir 3. yoğunluk varlığının farkındalık düzeyini ifade ediyor olabilir. Veya 5'e gerçekten mezun olmuş ruhları kastediyor olabilir veya sadece 6. yoğunluktaki "yüksek benliği" kastediyor olabilir "ruh" derken (veya bunların bir karışımı). Ve belirttiğim gibi, bence "varlık" derken kastedilen şey, 3. yoğunluğa enkarne durumdaki ruh. Ama bu kaynakta bu enkarne durumdaki ruh ruhtan sayılmıyor gibi görünüyor veya ben öyle algılıyorum. Aslında ben "ruh" ile "beden" arasında bağlantı kuran "geçici varlık" tanımlamasını pek isabetli bulmuyorum şu anda (kitabı okudukça ve diğer kaynakların bilgilerini ve kendi sezgilerimi gözden geçirdikçe bu fikrim değişebilir de). Kasyopya ve Ra bilgilerinde bu mesele çok daha isabetli ifade edilmiş gibi görünüyor bana. Yani mevcut algıma göre 3. Yoğunluğa enkarne durumdaki ruh uzantısı "geçici bir varlık" değildir. O da ruhtur sonuçta. Ruhla beden arasında geçici bir "aracı" değildir. Ruhun 3. yoğunluğa enkarne durumdayken hem 3. yoğunluğun kendine özgü "perdeli" durumu, hem de aşırı KH faktörlerinden kaynaklı problemler bu enkarne haldeki ruhun bilincinin aşırı derecede sınırlanmasına, evrensel bazı farkındalıkları yitirmesine neden oluyor olabilir ama bu da mutlak değildir. Derslerinin konusu gereği perdeli olan ve berbat bazı koşullar içinde bulunan bu ortamda dahi belirli zamanlarda gayet yüksek bilinç seviyelerine ulaşılabiliyor. Sevgi, birlik, kardeşlik, sonsuzluk duygusu ve bilinci belirli bir düzeyde deneyimlenip paylaşılabiliyor. Ruh bedenden o kadar da kopuk ve yalıtık değil. Yani 3'e enkarne durumdaki ruh da (kitapta "varlık" denen şey bu bence) sonsuz ruhun ta kendisidir. Seviyesinin 3 olması (yani bir bakıma bebek veya çocuk olması) onu sahte veya geçici birşey yapmaz, şu anda ne yaşaması gerekiyorsa onu yaşıyor. Henüz konuyla ilgili bilmediğim veya bildiğim halde birleştirip hesaba katamadığım şeyler olabileceğini göz önünde bulundurup konuyla ilgili kesin bir sonuca varmadığımı ama şu an için algımın yukarıda belirttiğim gibi olduğunu belirterek bu hususu şimdilik burada bırakıyorum.

Micheal Newton'un bahsettiği, "ruh" ile "beden" arasındaki "diyaloglar" konusuna şimdilik hiç girmeyeyim, daha ileride bu konu ile ilgili bilgi materyalleri birikip biraz daha netleştikçe ele alınabilir sanırım. Veya sizlerin konuyla ilgili paylaşımlarına bağlı olarak.

Yukarıdaki alıntıda geçen ve aslında kitap boyunca da sıkça ve zaman zaman çok ayrıntılı bir şekilde anlatılan "tesirler" meselesi var. Bu gerçekten önemli bence. Tüm yoğunluk seviyeleri, daha üst yoğunluklardan gelen bir takım tesirlerle hareket, keşif ve ilerleme imkanı buluyor gibi görünüyor. K'lar da buna benzer şeyler söylemişlerdi. "Sizin aleminizdeki herşeyin kaynağı daha yukarıdaki seviyeler" gibi birşey söylemişlerdi. Sonuçta esas kaynak 7. yoğunluk olduğuna göre ve tıpkı günebakan çiçeğinin yüzünü güneşe dönmesi gibi ruhumuzun da yüzünü 7. yoğunluğa dönmesi, oraya çekilmesi gibi, yükselme için en önemli şeylerin kaynağının da daha üst yoğunluklar olması önemli tabi. Bu aynı zamanda bir "bebeği" veya "çocuğu" en fazla yükselten (eğiten, olgunlaştıran) etkilerin onun dışındaki ve ondan daha olgun olan bireylerin "tesirleri" olmasına benziyor.

Saint

#7
Allahın kesin varlığı %100 olarak asla ama asla ispatlanamayacaktır....
 

Scyth

#8
Elohim kökünden geliyor kelime. Varlıklar grubu demek zaten. Başlangıçta iyi sonra bozulmuş bir kavram. Çok kafa yorulacak bir konu değil bence zira insanların Tanrı diye bildikleri neticede 4. yoğunluk.
Her gün kendi ellerinle inşa etmiş olduğun yoldan yürüsen; sonunda olman gereken yere varacaksın.

bozadi

#9
Doğrudan Allah'ın veya Tanrı'nın varlığı yokluğu ile ilgili bir tartışma değilse de, Scyth'in açtığı https://www.baskalarinahizmet.com/karalama-defteri/islam-ve-allah-hakkinda-aklima-takilanlar/ başlığında bununla nispeten benzeşen bir tartışma yapmıştık. Bu konuya (Allah'ın varlığının ispatlanabilmesi-ispatlanamaması ve bağlantılı konular) oradan devam edebileceğimiz gibi yeni bir başlık da açabiliriz isterseniz arkadaşlar.

Saint

#10
Teşekkürler Bozadi...
Emeklerin için ne kadar teşekkür etsekte azdır....
Kafamı toparladığım zaman umarım ki güzel paylaşımlar yapacağız her birlikte...
Tekrardan görüşmek dileği ile...
 

Süvari

#11
Teşekkürler arkadaşlar kitaptaki konular ile ilgili paylaşımlar devam edecek gibi görünüyor, bu sevindirici haber... Özellikle zaman konusuna geniş yer verilmiş kitapda, mesajlarınızı İlgi ve merakla takip ediyorum, bende okuma anlama aşamasındayım, emeğinize sağlık....
 

bozadi

#12
61. sayfada BH-KH kavramlarıyla bağlantılı önemli bazı açıklamalar yapılıyor:

Alıntı YapEklenti:
Bu mühim bilginin hiçbir noktasının müphem kalmaması için biraz izahatta bulunacağız. Mesela, sevgiden, vicdandan fakir, çok geri bir insanın tekamülü için; düalite prensibi ve değer farklanması mekanizması gereğince zıt değerlerle karşılaşması, sevgi-kin, adalet-zulüm, iyilik-kötülük gibi mefhumlarla yüzyüze gelmesi ve bu suretle otomatik olarak bir kıyas bilgisi kazanması ve muvazenesini bulabilmesi lazımdır. Bunun için de onun diğer bedenlerle münasebete geçmesi icap eder. Bir insan, elinde bulunan bir kırbaçla bir kaya parçasını kırbaçlasın dursun, bundan ne netice alabilir? Hiç. Onun sevgi ve vicdan melekelerini işletecek hiçbir zıt değeri, bu kaya parçasını kırbaçlamasından alacağı neticeler temin edemez. O, karşısında bir beden bulamayınca etrafına zulüm ve gadir yapamaz, bunu yapamayınca da düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasına göre lüzumlu hadiseleri husule getirecek zıt değerleri kazanamaz ve bunun neticesinde de muhtaç olduğu madde inkişaflarına kavuşamaz, tekamül edemez. Buna mukabil, eğer o insan bir çocuğu kamçılarsa işler değişir. O çocuğun veya etrafındakilerin bu kamçı neticesinde gösterecekleri çeşitli reaksiyonlar, zıt unsurlar halinde karşısına dikilir ve onu hemen bir kıyas bilgisine götürür. Böylece, birbirini takip eden yüzlerce, binlerce hadisenin birbiri üzerine eklenmesiyle kıyas bilgilerinin birikmesi, onda en basit haliyle, bir iyilik-kötülük mefhumunun doğmasına sebebiyet verir ve vicdan da böylece toplanmaya ve canlanmaya başlar. Bütün bu işler neticesinde husule gelecek hadiseler idrak kanalıyla ruha akseder ve tekamülü neticelendirir. Bundan sonra ruhta yeni ve daha ileri ihtiyaçlar belirir.
Vicdan dediğimiz çok önemli mekanizmanın "düalite" temelindeki işleyişi çok güzel açıklanmış.

Bu kitabın en çok hoşuma giden yönlerinden biri, hayatımızda olan biten ve ne yazık ki aşırı derecede bol bir şekilde bulunan zorlu ve üzücü olay ve durumlara yaklaşım biçimi. Bize en kötü, en kaldırılmaz, en isyan edilecek nitelikte görünen ve hissedilen şeylerin bile nasıl olup da son derece doğal ve gerekli ve hatta bir yönüyle planlı şeyler olduğu ve uzunvadede aslında iyiliğe ve öğrenmeye hizmet potansiyeli taşıdığı vurgulanıyor. Buna dair açıklamalardan biri 78. sayfada:

Alıntı YapEklenti:
Her organizmaya yukarıdan, yanlardan, aşağılardan bir sürü tali ve yan tesirler de gelir ki bu tesirlerin içinde hem o organizasyonun vazifesini kolaylaştırıcı müspet tesirler vardır, hem de onun kuvvetlenmesi, görgü ve tecrübelerinin artması, inkişaf ve tekamül etmesi için sarsıcı, bozucu ve hatta yıkıcı menfi tesirler mevcuttur ve bunlar o organizmanın imtihan, tecrübe ve müşahede tatbikatlarının meydana gelişlerine sebep olurlar. Bütün bu tali tesirler o organizmanın yetişmesi için idrakli veya otomatik olarak çalışan bir sürü vazifeli varlıktan gelir. Yüksek kainat mekanizmasına bağlı bu vazifeliler, varlıkların, beden hayatlarındaki vazifelerinde başarı kazanmalarını temin edecek cehit ve gayretleri göstermelerine zemin hazırlamak için -tekamül materyalleri olarak- ağırlaştırıcı, güçleştirici ve bazan da imkansızlaştırıcı bir sürü hadiseyi onların önlerine sürerler. Bu materyaller, varlıkların gittikçe liyakatlerini arttırmaları, kuvvetlenmeleri ve daha üst durumlara kayarak yükselebilmeleri için ilahi nizamın kanunlarına göre tertip ve tanzim edilmişlerdir. Fakat insanlar, bilgisizlikleri yüzünden bunları daima başlarına gelmiş birer felaket olarak tanırlar.


Aslında kitapta şu ana kadar gördüğüm ve Türk spiritüalizminde de genel olarak aynı olduğunu düşündüğüm "Bilinçli olarak KH güdümlü varlıkların veya varlık gruplarının insanlıkla ilgili plan ve müdahalelerine değinmeme" eğilimini biraz şaşkınlık, biraz üzüntü ve biraz da kızgınlıkla karşılıyorum. Yani milli ruhçularımız veya ruhçuluğumuz "adanmış/bilinçli" 3KH ve 4KH realitelerine ve tercihlerine karşı biraz "körlük" taslıyormuş gibi geliyor bana. Ruhselman'ın öncülük ettiği ruhçu akıma ve camiaya genel olarak gerçekten derin bir saygım vardır, onları yanlış bir şekilde eleştirmek veya eleştiriyor görünmek istemem. Şu anda eleştirdiğim şey gerçekten eleştirdiğim gibi mi, ondan çok emin değilim. Sadece şimdiye kadar rastladığım kaynaklarında gördüğüm şeyi söylüyorum. Bilinçli KH seçimini ve evrimini yeterince derinlemesine ve hatta yeterince doğru bir şekilde yansıtmıyorlar gibi görünüyor bana. "Obsesyon/obsedör" kavramları ve vakaları dışında yani. Ki benim bahsettiğim şey o değil, çok daha büyük, derin ve önemli birşey. Ama, ruhçuların yeterince içine girip onlarla derinlemesine iletişimler kurmuş değilim ve hele ki tüm kaynaklarını görmüş veya incelemiş veya araştırmış değilim. Ama şimdiye kadar bulduğum, dinlediğim, izlediğim, okuduğum anaakım ulusal ruhçuluğumuzun kaynaklarında ve sundukları bilgilerde KH yoluyla evrilen, yükselen ve dünya insanlığına yönelik ciddi plan ve müdahaleleri bulunan varlık gruplarıyla ve onların faaliyetleriyle ilgili olarak ciddi bir sessizlik ve duyarsızlık görüntüsü var. Ama görünen şey göründüğü gibi olmayabilir. Hatta kesinlikle göründüğü gibi değildir diye düşünüyorum. Belki doğrudan değil de dolaylı ama bir şekilde (az-çok) yeterli ve makbul şekillerde konuyu ele alıyor ve irdeliyor olabilirler kendi aralarında. Toplumun genelinin duyarsızlık, cehalet ve hatta bağnazlık seviyesi ve negatif güçlerin baskı ve komutlarına kolayca itaat edebildikleri göz önünde bulundurulacak olursa, Türk ruhçuluğunun veya milli ruhçuluğun şimdiye kadar yaptıklarını yapabilmiş olmasının bile belki çok büyük bir başarı olarak kabul edilmesi gerekiyor olabilir. Yani spiritüalizmi benimsediler, kurumsallaştırdılar, çok sayıda bilgi yayını yaptılar ve hatta "kanal bilgisi" niteliğinde bilgiler alıp paylaştılar, ki bu kitabın da öyle bir kitap olduğu anlaşılıyor; yani bir "kanal bilgisi".

Sayfa 81'de "dua" kavramıyla ilgili şu ilginç bilgiler verilmiş (burada alıntıladığımdan daha ayrıntılı bazı bilgiler de var):

Alıntı YapEklenti:
Dualar muayyen bir mesafeye kadar yukarılara aksedebilirler. Bu mesafelerin uzunluğu da o duaları yapanların duayı yaparken yukarılara arz ettikleri isteklerin samimiyetine, doğruluğuna ve şiddeti derecesine bağlıdır. Bazı dualar uzun yollar katedemez, aşağılarda kalırlar. Bunlar zayıftırlar ve bu yüzden de kendilerini gerçekleştirebilecek kudretteki varlıklara rasgelmezler. Bunun da böyle olması icap eder. Bazı dualar ise çok uzak mesafelere kadar gidebilirler. Bunlar özden gelen ve hakiki tekamül ihtiyaçlarına dayanan kuvvetli isteklerdir. Kudretli varlıklara ulaşabilen bu duaların tahakkuk imkanları fazladır.
Ra ve K'ların dua/çağrı kavramlarıyla uyumlu açıklamalar. Özellikle Ra'nın konuyu neredeyse tamamen "matematiksel" bir şekilde ele aldığı durumlar vardı. Yani insanlığa pozitif bir müdahale veya yardım için insanlardan gelen çağrıların (belki bilinçaltı) sayısı ve/veya gücü ile ilgili.

bozadi

#13
Sayfa 98'den 105'e kadar olan kısımlarda KH-BH diye ifade ettiğimiz kavramlarla ilgili önemli bazı açıklamalar yapılmış:

Alıntı YapEklenti:
Bütün alemimizde her şeyin düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla vukua geldiğini, hiçbir zerrenin, hiçbir hadisenin ve mefhumun bu prensip dışında kalamayacağını evvelce bütün tafsilatıyla izah etmiştik. İşte, dünyamızda tekamül hazırlığının kuvvetli bir mekanizması olan vicdan da bu prensibe tabi bulunmaktadır. Şu halde vicdan; bir birim düalitedir. Birim düalitenin birbirine zıt iki unsurdan teşekkül etmiş olduğunu belirtmiştik. Vicdan düalitesinin bu zıt unsurlarını izah edeceğiz.

Herhangi bir birim düalitenin zıtlarının mevcudiyeti onun, fonksiyonunu yapabilmesi için şarttır. Zıtlar olmayınca o birimin mevcudiyetinin gayesi tahakkuk edemez.

Şu halde inkişafı sağlamaya matuf olan vicdanın zıt unsurlarından birisi, yani üst taraftaki, vazife sezgisine yönelmiştir. Buna mukabil diğer zıddı, yani alt unsuru da evvelkinin vazife sezgisi yolundaki yürüyüş hızını kesen bir nefsaniyettir. Binaenaleyh birincisine kısaca vazife hazırlığı unsuru, ikincisine de nefsaniyet unsuru diyeceğiz.

Demek, dünyadaki varlıkların vazife planına hazırlanmaları için işleyen vicdan mekanizmasının birisi vazifeye, diğeri nefsaniyete yönelen birbirine zıt iki unsuru vardır ki bu iki unsurun mütemadi değer farklanması neticesinde, yani zıtlardan birisinin veya diğerinin daha üstün değerler ve tesirler alması neticesinde vukua gelen çatışmaları, mücadeleleri, muvazene halleriyle vicdan mekanizması çalışır.

...

Sadece, burada insanların hayatı boyunca hem birbirine zıt olan, hem de birbirini destekleyen, vicdanın vazifeye ve nefsaniyete müteveccih unsurları bir bütünün iki zıddı halinde karşı karşıya yürüyüp giderler. Demek ki dünyada vazife sezgisi hazırlığını yapan vicdan mekanizması; bazan nefsaniyet, bazan vazife istikametine yönelmiş iki cepheli bir bütün hali arz eder ve yukarıda saydığımız melekeler müspet ve menfi taraflarında bu bütünün içinde, onun her kademesine uygun hallere ve ihtiyaçlara ayarlı muvazene durumlarını alır ki bu muvazeneyi sağlayan zıtlardan yukarıda olanı vazife planına, aşağıda olanı nefsaniyete yönelmiştir. Mesela, diğerkamlık duygusu vazife planına daha yaklaştırıcı bir üst realite ise onun karşısına zıt olarak dikilen hodkamlık nefsaniyeti alt realiteyi teşkil eder. Fakat unutulmasın ki hakikatte bunların ikisi de bir düalite içinde, düalite prensibinin icabatıyla birbirine zıt vasıflar gösteren aynı kıymetin iki cepheli tezahüründen başka şey değildir. Bu zıtların manasını; vicdan mevzuu üzerinde konuştukça daha iyi anlatmış olacağız. Demek ki vicdan hem müspet, hem menfi taraflarıyla, tam bir birim düalite halinde insanın idrakini vazife bilgisine yaklaştıran kudretli bir mekanizmadır.

Vicdan düalitesinin müspet dediğimiz üst realitesiyle, izafi olarak menfi dediğimiz alt nefsaniyet realitesi herhangi bir inkişaf kademesinde insanda muvazene halinde bulunur. Yani bunların ihtiva ettiği değerler aralarındaki statüyü muhafaza ederler. Yalnız, buradaki muvazene devamlı olarak sabit kalmaz, her an bozulur. Fakat -evvelce söylediğimiz gibi- bozulan bütün düalite muvazeneleri daima yeniden kurulmaya, muvazene haline gelmeye mütemayildir. Düalite prensibi mucibince, muvazenesi bozulmuş zıtlar asla o halde kalamazlar. Hangi tarafın fazla değer almasıyla muvazene bozulmuşsa, muvazenenin tekrar kurulması için, o zıttan zayıf olan tarafa bir değer akımı başlar. Bu da karşı taraftaki menfi olan zıddın değer seviyesinin müspet zıddın değer seviyesi hizasına kadar yükselmesini mucip olur. Bu suretle esasen yüksek değerler alarak seviyesini arttırmış müspet tarafla menfi taraf arasında teessüs eden yeni muvazene seviyesi evvelki seviyeye nazaran daha üstün bir duruma girmiş bulunur ki bu da o birim düalitenin bir üst kademeye geçmiş olması, yani vicdan mekanizmasındaki idrakin vazife bilgisine biraz daha yaklaşmış bulunması demektir. Buna mukabil menfi zıdda, yani nefsaniyete fazla değer gönderilirse iş evvelkinin aynı olmakla beraber istikamet aksi tarafa döner. Bu takdirde birim düalite, yani vicdan bir kademe aşağıya doğru kaymaya başlar. Ve vicdanın aşağılara kayması demek yüksek kıymetlerinden kaybetmeye başlaması demektir ki bu gibi ahvalde insanlar zahire bakarak, vicdan sesini boğmak, körletmiş olmak gibi tabirler kullanırlar. Nitekim evvelki halde de vicdan sesinin kuvvetlenmiş olmasından bahsederler.

Fakat umumi tekamül prensipleri hiçbir varlığın mütemadiyen aşağılara doğru yuvarlanıp gitmesine rıza göstermez. İş bu hale gelirse, yani eğer o insan mütemadiyen menfi zıdda değerler göndermek suretiyle muvazeneyi hep aşağılara doğru kaydırarak idrak ve irade hürriyetini kötüye kullanmaktan kendisini kurtaramayacak duruma girerse ona yardımla mükellef olan vazifeli varlıklar derhal gönderdikleri kuvvetli tesirlerle onu yuvarlanmaktan kurtarmak için mecburi bir otomatizmaya sevk ederler. Yani -aşağı yukarı ilk insan kademelerinde olduğu gibi- onun önüne birtakım çekici veya itici ağır hadiseleri sürerek idrak ve iradesinin matlup olan üst zıdda otomatikman yönelmesini temin etmeye çalışırlar. Tabiidir ki az çok zorlayıcı bir karakter taşıyan bu hal, serbest irade ile olduğu gibi, pek kolaylık içinde cereyan etmez. Bilakis burada otomatizmanın zaruretlerinden olarak ortaya sürülecek sayısız hadisenin ekseriya ıstıraplı ve sıkıcı olan mahiyetleri o insanın iradesini yola sokuncaya kadar ona birçok zahmetler, azaplar, hatta icap ediyorsa işkenceler ve ölümler hazırlar. Ta ki onun, kendi serbest haliyle kullanamadığı iradesi matlup olan zıt tarafa yönelebilecek kudreti kazanmış olsun.

Ra'nın ve K'ların BH – KH dediği şeye ilişkin olarak uyumlu bir tanım yapılmış gibi görünüyor burada. "Vazife hazırlığı unsuru" diye tanımlanan şeyin BH kutbiyetine, "nefsaniyet unsuru" denen şeyin ise KH kutbiyetine paralelliği açıkça görülüyor. Zaten çok ilginç bir şekilde "diğerkamlık" ve "hodkamlık" terimlerinin kullanılmış olması dikkat çekiyor. Diğerkamlık terimindeki "diğer" açıkça belli olduğu gibi "başkalarını" ifade ediyor. "Kâm" terimi ise anladığım kadarıyla "sevmek, arzu etmek" gibi bir anlama sahip. Sonuç olarak diğerkamlık "başkalarına hizmet" terimiyle aynı şeyi ifade ediyor aslında. Hodkam kelimesindeki "hod" ise "kendi" anlamına geliyor. Yani hodkamlık da çok açık bir şekilde "kendine hizmet" terimiyle örtüşüyor. Ve bunun da üzerine "müspet" ve "menfi" terimleri kullanılıyor ki, bunların da karşılığı "pozitif" ve "negatif". Dolayısıyla, Ra'nın ve K'ların kullandığı temel terimlerle müthiş bir uyuşum var ve tabi ki aslında Ra ve K'lar da zaten bu terimleri kullanırken bu terimlerin bizlerin hayatındaki karşılığını bildikleri için özellikle kullanıyorlar.

Ruhselman (ve/veya onun üzerinden bilgi veren varlık veya varlıklar) insan vicdanının pozitif ve negatif yanının bir bütün oluşturduğundan, bunların doğallığından, arada bir denge olduğundan bahsetmiş. İçinde bulunduğumuz seviyede henüz gerçek manada ne pozitif ne de negatif varlık statüsünde olmadığımız için, zaman zaman daha pozitif, zaman zaman ise daha negatif eğilimli oluyoruz anlamında açıklamalar. Yani zaman zaman tırmanan negatif eğilimlerin doğallığına dair bir anlayış ifade edilmiş. Yalnız açıklamalarda bazı eksiklikler veya yanlışlıklar olabileceğini düşünüyorum. Örneğin Ruhselman "vicdanın her zaman negatif bir tarafı da vardır ve bazan bu negatif taraf etkinleşir ve bu doğaldır" derken, sanki bu durum sonsuza kadar böyle devam edecekmiş iması doğuyor. Halbuki Ruhselman'ın "vazife planı" ile ilgili açıklamaları aslında aktif negatif eğilimin tamamen geride bırakıldığı bir durumu ifade ediyor, yani BH kutbiyetini. (Aslında Bedri beyin "vazife planı" dediği şeyin 5. Yoğunluğa tekabül ettiğini tahmin ediyorum bu başlıkta ilk mesajlarımdan birinde açıkladığım gibi.)

Bu çok önemli bir husus değil belki ama biraz daha sorunlu bir durumla da karşılaştığımızı düşünüyorum yukarıdaki alıntıda geçen açıklamalarda, ki bu da aslında Türk Ruhçuluğunda genelgeçer bir eksiklik veya yanlışlık veya sorun gibi görünüyor aslında. KH'nin yani negatifliğin özellikle seçilebilir ve mezun olunabilir bir deneyim ortamı veya seviyesi veya planı olduğuna dair bir açıklama yok. Daha doğrusu, KH yoluyla, yani "menfi vicdan" yoluyla da azımsanamayacak bir ilerleme kaydedilebildiğine dair Ra, Pleiadesliler ve Kasyopyalılar tarafından yapılan açıklamalara tekabül eden bir açıklama veya ima bile yok gibi görünüyor kitapta. Kitabın geri kalan kısmında rastlarsam mutlaka paylaşırım bu durumu. Örneğin Bedri bey vicdanın negatif/nefsani tarafına yatırım yapan kişilerin sürekli "değer kaybedecek" bir duruma düşeceklerine değiniyor ama yüksek seviyelerdeki görevli varlıkların (veya Hayat'ın) bu durumun hep böyle devam etmesine izin vermeyeceğini, o bireyi ısrarla uyararak, aksi yöne yönlendirerek, gerekirse cezalandırarak sonunda "doğru yola", yani pozitifliğe döndüreceğini vurguluyor. Tamam, temel eğilimi zaten pozitif olan bir varlık geçici veya kısmi olarak negatif eğilimlere takılıp kalırsa ama temeldeki pozitif eğilimini kaybetmemişse, başına gelecekler bu olabilir ama ya şahsın eğilimi pozitif değil de negatifse "temelde" veya zaman içinde o yönde bir özgür irade tercihi olursa? Evet, sonuçta negatif yolla 5. ve hatta 6. seviyenin başlarına kadar ilerlenebilse de 6'da artık BH'ye geçilmesi kaçınılmaz oluyor, yani 7. Yoğunlukta, yani varoluşun en özünde KH yok ama eğer biz 3. seviye isek ve eğer pozitifin aksine "negatif" eğilimli varlıklar varoluşun ta 6. seviyesine kadar negatif yoldan tırmanabiliyorlarsa, bu kadar mühim bir gerçeğin ruhçuluk kozmolojisinde bildirilmesi, açıklanması veya hiç değilse ima edilmesi gerekmez miydi? Evet, belki de bizim bu forumda temel aldığımız kanal bilgileri bu konuda yanılıyordur veya yanlış bilgi veriyordur. Ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Evet, belki de bu bir yerde bir inanç meselesi, ama benim bu konudaki inancım, temel aldığımız kaynaklarda da belirtildiği gibi, içinde bulunduğumuz varoluş seviyesinde ve sonraki birkaç seviyede KH'nin en az BH kadar meşru bir tekamül yolu olduğudur ve üst seviye bazı negatif varlık gruplarının dünyada olan bitenlerle çok yakından bir ilgisinin olduğu ve onların dünyadaki uzantıları denebilecek olan İlüminati konsorsiyumunun insanlığın emdiği sütü burnundan getirmekte olduğudur. Hak edilmiştir, derslerin parçasıdır, karmadır, şudur, budur, tamam, ama bu böyle sonuçta. Ve bu çok büyük bir gerçek ve ne yazık ki ruhçu büyüklerimizin, öncülerimizin "bu konuda" verdikleri bilgiler eksik ve hatta bir ölçüde yanlış görünüyor. Aksi yönde bilgisi olan varsa paylaşsın lütfen ve ben öyle bir bilgiye, açıklamaya, imaya rastlarsam seve seve paylaşır, vurgularım. Yanlış anlaşılmasın, ben yeni adıyla Bilyay özelinde ruhçu camianın bile bile eksik veya yanlış bir bilgi vererek bizlere zarar vermeyi akıllarından geçirdiklerini düşünmüyorum kesinlikle ve gerçekten yeri doldurulmaz çok büyük bilgi hizmetleri olduğunu düşünüyorum, ama yine de bu KH realitesi konusunda bir eksiklik veya yanlışlık olmuşsa, bunun özeleştirisinin yapılması gerektiğine inanıyorum. Ve yine körü körüne bir suçlama olarak algılanmasını hiç istemem, ama ruhçu camianın dünyada olan biten süreçlerle, daha doğrusu bu süreçlerin KH kutbiyetiyle ve özellikle de adanmış KH varlık gruplarıyla bağlantılarına dair çıkıp somut analiz ve açıklamalar yapmıyor veya belki de yapamıyor olmalarının nedenlerinden birinin bu konudaki eksik veya yanlış bilgileri olduğunu / olabileceğini düşünüyorum. Çünkü belki de onlara göre 4KH diye birşey yok veya "olmaması gerekiyor"?!

Bu kitapta bence harika bilgiler var gözatabildiğim kadarıyla ve bunları da sırası geldikçe severek paylaşacağımı, tartışacağımı düşünüyorum.

bozadi

#14
Sayfa 100 ve 112'de beden-varlık-ruh üçlemesi veya ayrımı ile ilgili beyanlar var yine.

Alıntı YapEklenti:

Sayfa 110
Binaenaleyh ilk insanlık hayatından itibaren insan üstü bir plan olan vazife bilgisine kadar yürüyen insanın bedeni değil, başka bir tarafı vardır ki o da evvelce izah etmiş olduğumuz varlığıdır. Yani tabi olduğu bir ruha hizmet etmek için çeşitli maddeler kullanarak, bütün kainat boyunca inkişaf ede ede yürüyen varlığıdır. Bedenler bu varlığa sadece bir vasıtadan ibarettir. Şu halde, bütün bu realiteler ve realiteleri teşkil eden unsurlar insan bedenini değil, onu kullanan varlığı vazife planına hazırlamaktadırlar.

Sayfa 112
Zira burada, hadiselere hedef olan iki ekran vardır: Bunlardan birisi fizik dediğimiz kaba maddeler topluluğu, diğeri ise bu topluluğu kullanmak suretiyle bir ruha hizmet eden ince ve mudil bir varlıktır.
Bu açıklamalarda yine "beden", "varlık" ve "ruh" şeklinde 3 ayrı kavramdan bahsedilmiş tekamül süreciyle ilgili olarak. Daha önce de ifade ettiğim gibi ben şimdiye kadar çeşitli kaynaklardan okuduklarımı göz önünde bulundurarak, ruh ile beden arasında köprü kuran ayrık bir "varlık" diye birşeyin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Bu kitapta bir "varlığın" adeta bir "ruhu" temsilen tekamül ettiği ama aslında ruhun kullandığı sonlu bir araç olduğu vurgulanıyor. Bu kitapta "ruhtan" tam olarak ne kastedildiğinden henüz emin olmadığım için bu konudaki yorumlarımı kitabın ilerleyen sayfalarındaki açıklamalara bağlı olarak değiştirebilirim gibi görünüyor.

Sayfa 115'te BH ve KH temelli davranış ve tutumları birbirinden iyice ayırt edebilecek bir idrak seviyesine ulaşmanın gerekliliği vurgulanmış:

Alıntı YapEklenti:
Şunu tebarüz ettirmek isteriz ki bir insanın dünya kıymetleri idraki muvacehesinde yapacağı iş, vicdan düalitesinin vazifeye müteveccih olan unsurunu beslemek, nefsaniyet unsurunu geriye atmak olmalıdır. Zira vazife unsuruna değerler eklendikçe vicdan muvazenesinin öz varlıktaki kazançları süratle yükselecek, nefsaniyet unsurlarına bağlanıp üst unsurlar ihmal edildikçe de öz bilgilerin artması başka kanallardan, uzun uzadıya geçirilecek ıstıraplı, zahmetli ameliyelerle otomatik yürüyüşe tabi olarak yavaşlayacaktır.

Şu halde, inkişaf yolunu kısaltmak ve vicdan mekanizmalarının zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak için bu mekanizmanın üst ve alt unsurlarını birbirinden ayırt edebilecek idrak seviyesine bir an evvel ulaşmak lazımdır, ta ki üstlere yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. Bunun için, inkişaf mekanizmasında ehemmiyeti aşikar olan idrak üzerinde durmamız lazım geliyor.
Bence son derece doğal ve gerekli bir açıklama. Özellikle de neyin iyi/doğru neyin kötü/yanlış olduğu konusunda yargılamada bulunmanın "doğru olmadığını", iyiliğin ve kötülüğün fazlasıyla "göreceli" kavramlar olduklarını savunan kişilerin bundan alması gereken dersler olduğunu düşünüyorum. Evet, elbette her zaman bir duruma veya bir "kareye" bakıp orada olan biteni veya bir davranışı / tutumu hemen "iyi" veya "kötü" diye yargılamak mümkün veya faydalı olmayabilir ama bu demek değildir ki o durum veya başka herhangi bir durumda veya tutumda BH veya KH yönünde gayet ayırt edilebilir ve yargılanabilir eğilimler bulunmasın. Yargılamaktan kastım örneğin negatif/kötü/KH temelli olduğu tespit edilen bir davranış veya tutumu şiddetli bir şekilde cezalandırmaya yönelik bir yargılama değildir. Burada en önemli hususlardan biri, bir bireyin genel/baskın olarak BH yönünde mi yoksa KH yönünde mi tekamül etme eğiliminde olduğudur bence. Genel eğilimi BH yönünde olan bir bireyin KH yönündeki sapmalarına çok daha hoşgörülü yaklaşılabilir duruma göre. Tabi bu hoşgörü o sapmayı "meşru" kılmaya yönelik olamaz. Sapmayı gösteren bireyin durumla hoşgörülü bir şekilde yüzleştirilmesi ve ona bu konuda yardım ve rehberlik sunulması ve bu hususta gerekli sabrın gösterilmesi icap eder.

Kitabın 123'ten 125'e kadar olan kısımlarda, bir bireyin KH sapmalarını azaltmak / gidermek için hayatın yaptığı son derece ilginç bazı "tesirlere" (müdahalelere) değinilmiş:

Alıntı YapEklenti:
Matlup olan herhangi bir hadiseyi bir insana yaptırtmak için icap ettiği zaman yardımcı varlıklar, onun vicdanının nefsaniyet unsurlarını tahrik ederler. Veya onun karşısına kendi ihtiyarı dışında hadiseler çıkartırlar ve böylece onu çeşitli hareketlere sevk etmiş olurlar. Bu da nefsani hareketlerinin acı neticelerini onlara tattırmak ve bu sayede insanları kıyas bilgisine götürerek öz bilgilerine o yoldan değerler hazırlamak içindir. Mesela bir insan, eğer bir katilin duyacağı ıstırapları çekecekse, onun buna ihtiyacı varsa o insanın önüne öyle hadiseler çıkartılır ki o, bunların karşısında kendini tutamaz ve adam öldürür. Demek ki böyle, neticesi çok vahim bir hadiseye onun bizzat sebep olması, keyfi veya rasgele vukua gelmiş bir iş değildir. Zira yavaşlatmış olduğu inkişaf hazırlıklarını tekrar canlandırabilmesi için lüzumlu olan kıyas bilgisine onun girebilmesi, hadiselere ancak bizzat kendisinin liyakat kazandığını idrak edebilmesi nisbetinde mümkün olur. Bunu da temin edecek olan şey onun, bir adamı öldürmesidir. O bu adamı öldürsün ki o zamana kadar vicdanının vazife unsuruna, nefsaniyet unsurundan daha fazla değer vermeyen, daha doğrusu buna kifayet etmeyecek derecede zayıf olan bilgi ve idrak dağarcığı, bu hadise yüzünden gireceği kıyas bilgisi yoluyla kafi derecede kudret kazansın ve zenginleşebilsin ve artık ondan sonra da iradesini, vazife unsuruna yöneltmek suretiyle inkişafında hız almak imkanlarına kavuşabilsin. Varlığın buna benzer daha binlerce ihtiyacı karşısında bu yardımlar ve müdahaleler vakı olarak çeşitli hadiseler ortaya çıkartılır. İşte vicdan düalitelerinin üst unsurlarına yönelmeye kafi gelecek derecede kuvvetlenmemiş, daha doğrusu alt kademe bilgilerinin tesirlerinden kendilerini kurtaramamış ve vicdanlarının muvazene seviyelerini yükseltmekten aciz kalmış insanların karşılarına, onların tekamülleriyle vazifeli olan yardımcı varlıklar böyle bir sürü hadise çıkartırlar ve onlar da bu hadiselerden mütevellit azap ve ıstırapların tesiri altında, girdikleri kıyas bilgisinden mühim dersler alırlar ki bu derslerin her biri onların öz bilgilerinin tohumlarını atmaktadır. Böylece o varlık, idrakini daha üst kademelerdeki realitelere ait yüksek değerlere hazırlar ve inkişaf eder. Yani insanüstü safhasının vazife bilgilerine yaklaşır. Onun için, çoktan beri insanlar arasında imtihan, epröv diye anılan bu ıstıraplı hadiselere insanlar -pek de mahiyetlerini idrak etmeden- birer kurtarıcı amil nazarıyla bakmışlardır ki doğrudur. Nitekim biz de bu imtihan veya eprövlerin veya tecrübelerin neticelerinden çıkan derslere görgü veya müşahede diyoruz. Bunların her biri birer tekamül materyalidir.
Oldukça vurucu veya "şok edici" açıklamalar bence. Hayatımızda olan biten ve bir kısmı bize son derece adaletsiz ve kaldırılmaz gelen herşeyin "derslerimizle" bir şekilde anlamlı ve gerekli bir bağlantı içinde olduğu vurgulanıyor. Yaşadığımız pek çok zorlu olayın muhtemelen ciddi bir bilgi açığımızı gidermemize yönelik adeta bir "yardım" niteliğinde olabileceği vurgulanıyor sanki. Öyle ki, derslerde gerekli bazı ilerlemelerin gerçekleştirilmesini sağlamak için, "yardımcı varlıkların" bir insanı bir başka insanı öldürmeye "teşvik ettikleri" oldukları söyleniyor gibi. Bu yardımcı varlıkların bir cinayeti "azmettirebileceği" ima ediliyor adeta. Bu çok çelişkili bir görünüm arzetse de, burada (pozitif) ruhsal rehberlerin veya yardımcıların bu tip bir olayda ille de "git şu adamı öldür" gibi bir telkinde bulunduklarının iddia edildiğini sanmıyorum. Ama örneğin şöyle oluyor olabilir diye düşünüyorum: Bir birey başka bir bireyi öldürmek isteyebilecek kadar ona kinlenmiş olabilir ve sebebi ne olursa olsun bu şiddetli yıkıcı gerilim tırmanması otomatik olarak bedensiz 3KH varlıklarını ve ayrıca üst yoğunluk KH varlıklarının dikkatini çekip o negatif duyguları pekiştirmeye ve daha da tırmandırmaya yönelik teşvikte bulunmaya davet edebilir. Bu durumda o bireyin pozitif rehberleri veya yardımcıları veya yüksek benliği bazı durumlarda KH varlıklarının o bireye yönelik yatırımını "engellemiyor" olabilirler. Yani bir müdahaleden ziyade bir çeşit "müdahalesizlik" bile aslında kritik ve zorlu bir dersin alınması için özellikle "değerlendiriliyor" olabilir. Bence bu müdahalesizlik yine de o bireyin kendi özgür iradesini kullanış biçimiyle de bağlantılıdır mutlaka. Örneğin birey her ne kadar bir başka bireyi öldürebilecek kadar kinlenmiş olsa da, vicdanının bir yerinde bu yaptığını gerçekten yapmak isteyip istemediğini "sorabilir" ve bilinçaltından bu konuda rehber varlıklarına ve/veya yüksek benliğine kendisine bu konuda rehberlikte bulunmasını "isteyebilir". İşte böyle bir durumda rehber varlıklar belki de bireyi cinayet niyetinden caydırabilecek bir ilham/bilgi/tesir iletebilirler. Sonuçta yine de karar bireyin olacaktır. Ama yardımcı rehber varlıkların bir bireye ne ölçüde müdahale edeceklerini belirleyen şeylerden biri de o bireyin tekamül düzeyidir herhalde. Tekamül düzeyi ne kadar düşükse, müdahale de o kadar fazla olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü düşük bilgi/tekamül düzeyi özgür iradenin aktif kullanım düzeyinin de nispeten düşük olduğu anlamına gelecektir. Cinayet aslında çok uç bir örnek. Çok daha basit nitelikli pek çok durum için de geçerli olabilir benzer ruhsal müdahale / müdahalesizlik senaryoları. Ve tabi cinayet gibi ciddi bir durumun gerçekleşeceği kesinleşmişse, cinayetin "kurbanı" olacak kişinin de bu olaydan alacağı bir ders veya ödeyeceği bir borç (veya buna benzer başka bir yapıcı mekanizma) olması kaçınılmaz olacaktır benim ruhsallıktan ve örneğin bu kitapta anlatılanlardan anladığım kadarıyla. Bu kitabın beni en çok etkileyen yönlerinden biri, yaşanan ve bize son derece kaldırılmaz gelebilen belki de herşeyin aslında derslerimizle, tekamülümüzle doğrudan ve çok anlamlı bağlantıları olduğuna dair son derece kendinden emin ve ikna edici açıklamaların yapılıyor olmasıdır. Ben de buna inanma eğilimindeyim ve bu okuduklarımdan da cesaret ve ilham buluyorum ama hepimizin başına gelmiş, gelen ve gelebilecek olan o kadar çok kötü olasılıklar var ki, "olsun, nasıl olsa hak ediyor olacağım veya bir şekilde o kötü durumlar bile uzunvadede benim hayrıma olacak" demek hiç de kolay olmayabilir. Bu hususta şimdilik son olarak şuna da dikkat çekmek istiyorum. Tekamül için ille de "kötü" olaylar yaşamamız gerekmiyor. Yani tekamülün şartı veya düzeyi yaşanan deneyimlerin kötülük/berbatlık düzeyi değildir ille de. Tekamül bazen de son derece pozitif ve/veya ödüllendirici deneyimler gerektirir. Ve illa ki bunlar da şu veya bu düzeyde hak edilmiş şeylerdir duruma göre. Ama KH baskın koşullarda yaşadığımız ve tüm insanlıkla birlikte ciddi disiplin, odaklanma, farkındalık sorunları yaşayabildiğimiz için, ne yazık ki tekamülümüzün çok ciddi bir kısmını negatif/menfi/zorlu koşullara maruz kalmak suretiyle sağlayabiliyoruz gibi görünüyor. Hatta hatırlarsınız, K'lar "acı çekmek DNA'yı etkinleştiriyor" gibi birşey söylemişlerdi bu konuyla bağlantılı olarak. İşte, yine bu kitabın 125. sayfasındaki şu açıklama da K'ların açıklamasıyla birebir örtüşüyor gibi görünüyor:

Alıntı YapEklenti:
Kıyas bilgisinin en müessir yardımcısı acı ve ıstıraptır. Burada, ıstırabın da öz bilgiyi kazanmada mühim rolü olduğunu belirtmek lazım gelir. Şurası aşikardır ki kıyas bilgisi, ekseriya ıstırap yoluyla öz bilgiyi ve idraki beslemektedir. Spatyomda çekilen ıstıraplar, şuurdışı bilgilerinin muhasebeleri sırasında varlıkların girecekleri kıyas bilgilerinin kıymetli yardımcılarıdır. Buna dair bir dünya misali vereceğiz. Bu misal, bu bahsin bütün inceliklerini ihtiva etmektedir.